Geçtiğimiz haftalarda eve Can Yayınları’ndan afili bir kutu geldi. Kutunun üzerinde saçlarının bir kısmı savrularak yüzünü örtmüş, genç, açık kahverengi gözlü bir kız var; aynı Ferzan Özpetek’in ‘Saklı Yürek’ kitabının kapağı gibi. Zaten kutunun içinden de kitap çıkıyor. Okunacak kitaplar arasında üst sıradaydı ama okumak bir süre içimden gelmedi. (Ki Ferzan Özpetek’in sinema dilini, hikayeyi anlatışını, en karamsar öyküyü bile umutlu hale getirişini kişisel olarak severim) Senarist, yazar ve yönetmen Özpetek’in gerçekle, büyülü kurmacanın bir arada olduğu, iyi niyetin, samimiyetin, aşkın ve bir şekilde kibarlığının anlatısı sanki beyaz perdeye ve yazdıklarına geçiyor gibi geliyor. İstanbul’da büyüyüp, İtalya’da şekillenen hayatında bence şehri en Avrupai ve renkli anlatan da yazarlardan kendisi.
Ancak çevremde çoğu insanın ayıla bayıla okuduğu ‘İstanbul Kırmızısı’nın ne kitabını okuyabilmiş, ne de filmini baştan sona izleyebilmiş biri değilim. Bana göre ne kitapta ne de filmde karakterlerin hikayeleri akmıyordu. ‘Bir Nefes Gibi’ kitabını ise sırlarla dolu bir geçmişi ortaya koyma ve kadın dünyasına dokunabildiği için sevmiştim. Düşüncelerimin çok karışık olduğu bir gün ‘Saklı Yürek’e başladım. Gayet öznel bu bilgiyi niye yazdım? Zira romanın kahramanı Alice’nin de sorunları bambaşka olsa da, düşünceleri karışıktı ve kendisine çıkış yolu bulmak istiyordu. Onun büyülü dünyasına girince ne olacak diye kendimi onun hayatına kaptırmış buldum.
GİZEMLİ BİR EV SİZE KALSA NE YAPARSINIZ?
Kitabın konusundan biraz bahsetmek gerekirse; her şey Alice’nin Roma’da aktrist seçmelerine katıldığı gün başlıyor. Sonraki bölümde küçük bir kasabada annesi, babası ve kardeşiyle çok da mutlu olduğunu söyleyemeyeceğim bir hayat yaşıyor; zira annesi çok baskıcı ve kızının hayatına çok karışıyor, ona destek veren biri değil. Hayat tüm sıkıcılığıyla devam ederken günün birinde eve gelen yabancı, süslü, hayat dolu Irene’yle birlikte her şey değişiyor. Kısa süren bir tanışma, sonrasında bir-iki kez telefonda yapılan hayata dair görüş alışverişi… Konuşma süresi kısa olsa da bir şekilde Alice, zamansal ve mekansal mesafelere rağmen varlıklı bir ressam olduğunu anladığımız bu kadına bağlanıyor, bu iki hemcinsin arzu ve özlemleri cümlelere dökülüyor. Zira ilk kez biri, Alice’ye hayalini soruyor. O da hiç düşünmeden cevap veriyor: Aktrist olmak. Oysa ki, çevresindeki çoğu kişi (tabii ki başta annesi) bu isteğini şaka konusu yapıp, gülüyor. Babasının ölümüyle birlikte istemediği, sefil bir hayat sürecekken Roma’daki bir avukatın kendisine ulaşmasıyla hayatı bir anda değişiyor. Bir kez görüp, telefonda az da olsa konuştuğu Irene, ona Roma’nın ortasında sırlarla dolu ve heybetli bir ev, yıllarca kilitli kalmış bir oda, ilginç bir tablo koleksiyonu ve çözülmeyi bekleyen bir sürü soru bırakıyor. İsterse Alice evi satar (ki bunu annesi çok istiyor), isterse evi satmaz hayallerinin peşinden gider. İşte hal böyle olunca Alice’nin seçimlerini kitap boyunca okuyor, bizler Ferzan Özpetek’in gözlerimizin önüne serdiği hayatlara misafir oluyoruz. Ressam Tarcredi, bir görünüp bir kaybolan etrafta seks düşkünü Cesare, Alice’nin iyi kalpli ev arkadaşı Davide de bir anda kutap sayfalarından ete kemiğe bürünüyor.
HİKAYE BİR YERE KADAR GERÇEKMİŞ
‘Saklı Yürek’in hikayesi aslında bir yere kadar gerçekmiş. Oksijen Gazetesi’nden Elif Tanrıyar’a kitapla ilgili verdiği röportajda Özpetek, 15 yıl kadar önce tanıştığı İtalyan oyuncunun hikayesinden çok etkilendiğini söylüyor. Oldukça ünlü olan bu oyuncu, günün birinde evlerine gelen bir teyzeyle tanışıyor; annesi bu teyzeyle kızını sık sık görüştürmüyor ve yıllar sonra da ona bu teyzeden miras olarak ev kalıyor. Ama tabii kitabı okuyanların anlayabileceği birçok şeyi değiştirmiş Özpetek. Sadece hikayenin başlangıç kısmı aynı, sonrasında hayatın seçimlere göre değişebileceğinin altını çiziyor aslında. Kitaptaki ana kahramanın ismi Alice ise yazarın bence vefasını da ortaya çıkarıyor. Çünkü sevdiği bir arkadaşının, yıllar önce bir trafik kazasında kaybettiği kızının adını koymuş.
Bu arada Tancredi karakteri de Ferzan Özpetek’in bir dönem tanıştığı genç ve yakışıklı bir ressamdan hareketle kurguladığı bir karaktermiş. Bu arada ünlü yönetmenin bir dönem resimler yaptığı, hatta bir çerçevecide çalışırken yeteneğiyle keşfedildiğini de verdiği röportajdan öğrendim. Ferzan Özpetek, yaşadıklarından, duyduklarından, hayatın kendisine sunduklarından etkilenen ve onları kullanan bir yazar olarak bu kitapta beni biraz daha etkiledi diyebilirim. Bu kitaptan film olur mu, bence olmalı ama onun için zaman olduğunun altını çiziyor.
İTALYACA’DAN TÜRKÇE’YE ÇEVİRİ
Ferzan Özpetek, 48 yıldır İtalya’da yaşıyor ve kitaplarını malum İtalyanca yazıyor. Yine Elif Tanrıyar’a verdiği röportajda Özpetek, bu durumu şöyle açıklıyor: “Türkiye’de yaşasam, Türkçe yazarım ama İtalya’da yaşıyorum. Burada kalkıp da Türkçe yazamam. Türkçede büyük eksiklerim var mutlaka şu anda..” Bu kitabın da çevirmeni ‘Bir Nefes Gibi’ isimli kitabının çevirmeni de olan Neval Barlas. Hiçbir film, tiyatro oyunu ya da kitap projesini onun desteği ve yorumu olmadan hayata geçirmeyeceğini söylediği, dünya çapında ünlü şarkıcıların övdüğü, son dört filmine de şarkılarını veren Mina’ya da teşekkürü var Özpetek’in… Hayatın seçimlere göre şekilleneceğini gösteren kitapta, ruh eşlerine, tutkuya ve günümüzün sadece çıkara dayanan aşklarına da bolca değinen Özpetek, “Gerçek aşkı bulana kadar karşımıza çıkan ve bize kötü deneyimler yaşatanlara da teşekkür etmeliyiz. Bugün eğer mutluysanız onlar sayesinde” mesajını da satır aralarına serpiştiriyor. Bir de hayal kurmayı bu kitapla tekrar hayatımıza sokuyor. Aynı kitapta da kullandığı Edgar Allen Poe sözü gibi: “Gündüz hayal kuranlar, yalnızca geceleri düş görenlerin gözden kaçırdığı birçok şeyi bilirler.” Hayal kurmayı unutanlar, aşkın büyülü dünyasında kaybolmak isteyenlerdenseniz ‘Saklı Yürek’e bir şans verin!